Eda Bektaş
Türkiye’de kamuoyunun vicdanını yaralayan ekonomik, sosyal ve adli sorunlar çözüm beklerken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama gündemini kamuoyunda “etki ajanlığı” olarak bilinen teklif maddesi meşgul ediyor. Noterlik kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair torba kanun teklifinin 16. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’ndaki casusluk suçlarına “devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenlerin üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması” şeklinde yeni bir suç eklenecek ve kovuşturmaya Adalet Bakanı karar verecek. Maddenin gerekçesine göre “iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecek.” Dolayısıyla “casusluk maksadıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen ve suç teşkil eden fiiller, ihdas edilen bu suçun konusunu oluşturabilecek.”[1]
23 Ekim’de Adalet Komisyonundan özellikle muhalif vekillerin madde aleyhinde saatler süren tartışma ve müzakerelerine rağmen AKP ve MHP vekillerinin desteğiyle olduğu gibi geçen teklif maddesi Meclis Genel Kuruluna sevk edildi. Komisyona katılan Türkiye Barolar Birliği, Gazeteciler Cemiyeti, 20 ayrı sivil toplum örgütü adına konuşan Uluslararası Af Örgütü Ankara Ofisi temsilcileri de maddenin tekliften çıkarılması gerektiğini savundu. Eleştirilerin odak noktası ise devletin güvenliğine karşı işlenen casusluk gibi ciddi bir suçun unsurlarının muğlak bırakılması, kapsamının hayli geniş tutulması ve şunlar gibi bazı soruların yanıtsız kalması: İnsanlar hangi eylemlerinin casusluk suçu olduğunu öngörerek suç işlemekten kaçınabilecek midir? Hangi eylemler devletin siyasal yararları aleyhinde hangi somut kriterlere göre ölçülüp değerlendirilecek ve hangi somut ölçütler bu eylemlerin yabancıların stratejik çıkarları doğrultusunda işlenmiş bir suç olduğunu gösterecektir? Örneğin bir gazeteci, sivil toplum temsilcisi ya da bir muhalif vekil kamuoyunun kendisinden beklediği denetleme ve bilgilendirme görevlerini yerine getirirken devletin siyasal yararlarını bilebilir mi veya buna göre davranmak zorunda mıdır? Hangi görüş ve eylemlerin yabancı devletlerin stratejik çıkarları ile örtüştüğüne nasıl karar verilecek ve bu karar verildiğinde casusluk suçu işlenmiş mi olacaktır? Suçun kovuşturması Adalet Bakanına verildiğine göre Bakan neye göre yetkisini kullanacaktır, yürütme olarak yargıya müdahale edecek midir?
Komisyon görüşmelerinde teklifin ilk imzacıları iki AKP’li vekil ve teklifin hazırlanmasına katkı sundukları anlaşılan Adalet Bakanlığı Mevzuat Genel Müdürü ve MİT Müsteşarlığı Hukuk Dairesi Başkanı ise eleştiri ve sorulara cevap olarak; yeni ihdas edilen bu suçtan ceza alabilmek için öncelikle başka bir suçtan dolayı ceza alınması gerektiğini, işlenen bu suçun yabancı bir devlet veya organizasyonun talimatı veya stratejik çıkarları doğrultusunda işlenmesi durumunda casusluk suçunun da oluşacağını, suçun kovuşturulmasının Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmasının ise vatandaşlar için bir güvence niteliği taşıdığını savundu. Ancak bu açıklamalar, bu yeni suçun neden hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkelerinden uzak olacak şekilde muğlak ifadelerle düzenlendiğini açıklamakta yetersiz kalmakta. Ayrıca, birkaç ay önce Meclise gelen 9. Yargı Paketinden geri çekilmiş bu maddenin birkaç ay sonra, kamuoyunun gündemini meşgul eden pek çok mesele varken, neden tekrar Meclise getirildiği konusu da açık değil. Nitekim, 14 Kasım’da Meclis Genel Kurulunda görüşmelerinin başlamasından hemen önce AKP grup başkanvekili tarafından “casusluk maddesinin” üzerinde daha detaylı çalışma yapılacağı gerekçesi ile tekliften çıkarıldığı duyuruldu. Açıklamadan iktidarın da maddenin içerdiği muğlaklık ve belirsizlikten rahatsızlık duyduğu anlaşılıyor, ancak neden bu rahatsızlığın komisyon görüşmelerinde ifade edilmediği ve Genel Kurul aşamasında maddenin çekilmesini sağladığı anlaşılamıyor. Komisyondan Genel Kurula kadar üç haftalık sürede artan etkili muhalefetin bu konuda etkili olduğu söylenebilir.
Milli güvenliğin önemli bir politika alanı olduğu bir gerçek. Eğer yargı bağımsız olsaydı, bu düzenleme ve gerekçesi hakkında bu kadar tartışma ve korku ortaya çıkmazdı. Türkiye gibi iktidarın serbest ancak adil olmayan seçimlerle belirlendiği, ifade özgürlüğü, bilgi edinme özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi siyasi özgürlüklerin kısıtlandığı, bu nedenle muhalefet edebilmenin zorlaştığı ve zaman zaman bir suç haline geldiği rejimler siyaset bilimi literatüründe demokrasi değil, rekabetçi otoriter rejimler olarak adlandırılır. Nitekim Türkiye, Feedom House’a göre 2018’den beri “özgür olmayan” ülkeler kategorisinde. Rekabetçi otoriter rejimlerde siyasi rekabet mümkün olsa dahi iktidar elindeki kaynak ve yetkileri kötüye kullanarak, örneğin medyaya müdahale, muhaliflerin tehdit etme, dava açma, tutuklama, yurtdışına gitmek zorunda bırakma gibi yollarla, muhalefet edebilmeyi asimetrik bir oyuna çevirir. Dünya Adalet Projesi 2023 verileri de hükümetin hukukun üstünlüğüne tâbi olması, anayasa ve kanunların sınırlayıcılığına uyması, hesap verebilir kılınması ve devlet dışı bir denetim mekanizması olarak bağımsız medya tarafından denetlenebilmesi gibi hususları içeren yönetimin sınırlandırılması konusunda Türkiye’yi 142 ülke arasından 137. sırada gösteriyor. Bu göstergeler, yargının bağımsızlığının erozyona uğradığını ve özgürlüklerin korunamadığını gösteriyor.
Türkiye’nin tam bir otoriter rejime dönüşmemesinin tek umudu ise iktidarın kuralları tamamen ortadan kaldıramaması, yani şiddet ve zor kullanarak muhalifleri bastırmak yerine yasaları manipüle ederek kontrol etmeye çalışması. Aynı zamanda patronaj, himaye, yolsuzluk gibi ağlara dahil etme gibi daha incelikli yollarla yasamada, yargıda, bürokraside, sermaye ve seçmenler arasında destekçilerini ve ortaklarını artırmaya, böylece eylemlerini meşru gören bir taban yaratmaya çalışması. Otoriter pratiklerle muhalefet alanını daraltıp destekçilerini artıran bir iktidarın milli güvenlik amaçlı politikalarının kuşku uyandırmaması şaşırtıcı olurdu. Yargının siyasallaştığı bir ortamda yargıya geniş takdir yetkisi veren ve kovuşturmasının Cumhurbaşkanına sorumlu Adalet Bakanına bağlı olduğu “etki ajanlığı” gibi muğlak düzenlemeler, keyfi ve siyasi maksatlarla davranılabileceği fikrini ve temel özgürlükleri kısıtlama riskini güçlendiriyor. Bu tür belirsiz, gerekçesi açık olmayan ve kamuoyunu aydınlatmadığı gibi muhalifler üzerinde baskı yaratabilecek düzenlemeler Türkiye’nin otoriterleşmesini daha da hızlandırabilir. Otoriterleşen rejimde öncelikli hedef, safları sıkılaştırarak ve ayrık otlarını ayıklayarak birlik ve beraberliği kuvvetlendirmek ve böylece iktidarda kalmak olunca, yasama ve yargı bir çatışma alanına dönüyor ve sonuç olarak kamuoyunun taleplerine duyarlı ve gündemdeki sorunlarına cevap veren politikalar yapılamıyor.
[1] TBMM’ye sunulan ilgili kanun teklifinin casusluk suçu ihdas eden 16. maddesi ve gerekçesi için bkz. https://cdn.tbmm.gov.tr/KKBSPublicFile/D28/Y3/T2/WebOnergeMetni/3aca4b31-1380-4c71-8a85-658f4dd61a19.pdf?TSPD_101_R0=08ffcef486ab2000be423ea75446423fa79bf2d95f073ecff2b6e2ef03890804cd1e91968d34e20a08f33155eb143000b48f5d0c5367dc46bf0b5f52b61b90bb0df8e594e08a074fd760ca67a57a4446e03091a30688755ba2c7deb8fb2b31f1
Oku